ZAMAN ve YOLCULUK Vol: I
Gün içerisinde Bolu’ya gitmekle
kalmayıp dönüşte Adapazarı’na da uğrayarak sabah çıkmış olduğum İstanbul’uma
geri gelmiş bulunuyorum. Yaptığım 600 km’nin yanına, havanın sıcak olması,
yaptığım işin yeterince stresli olması, bir de garantiden hala gelmeyen pili
bozuk ve sürekli açılıp kapanan bir cep telefonu eklendiğinde yorgunluğun
dereceleri kat kat artmış, gözlerime sayısını bilmediğim kadar perdeler inmiş bir
halde… Yatağımın kenarında duran lambamın loş ışığında, belki de on yaşından daha büyük ama hala taş
gibi vantilatörümün serinliğinde bir şeyler yazmaya çalışıyorum. …
Yazının başlığına bakınca “zamanda
yolculuk” gibi bir algı yanılmasına kapılıp bu yazıyı okumaya gelmiş
olabilirsiniz. Böyleyse şimdiden ümitlerinizi yıkıp müsaadenizle konuma gelişi
güzel bir şekilde girmeye çalışayım.
Zatı âlim küçük bir çocukken çok
sessiz ve ortalama bir çocuk yaramazlığında fakat yine her küçük çocuk gibi
ortamını bulduğunda kudurmakta üstüne olmayan bir yapıya sahipti. Aslında
yaramazlık yapmak çocuk olmanın fıtratında bulunmakla birlikte anne &
babası henüz yedi yaşında boşanan bir çocuğun ergenliğe geçmesi biraz
zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Sayın okur aman yanlış anlaşılmasın! Burada
amacımız yazımıza dramatik bir hava katıp okunurluğumuzu arttırmak değil,
sadece şu an bünyemizde bulunan bir takım özelliklerin teee ne zamanlar üzerimize
oturduğunu anlatmaktır. Zaten anne & baba bu olaydan 3 sene sonra tekrar
evleniyor. (Gerçi ondan sonra tekrar boşanıyorlar ama artık onu boş verin…)
Annesi ve abisi ile yaşayan o
küçük çocuk o zamanlardan sonra sessiz bir şekilde dünyayı kendince izlemeye ve
gözlemeye başlar. Nedense gözlemlemek ve
izlemek konuşmaktan daha bir tatlı gelir ve istemsiz olarak her şeyi incelemeye
başlar.(Öyle ki şu an otuz küsur yaşında olan yazarın konuşmasındaki basitliğin
ve uzun cümleler kurmamasının sebebinin bu olduğu rivayet edilir. Üniversite de ve iş hayatına girdikten sonra
çevresindeki güzel insanlar sayesinde bu özelliği bir nebze kırılmış amma
velakin tam olarak giderilememiştir. Ne de olsa “ağaç yaşken eğilir”miş… )
Küçükken her ne kadar kafanız bir
karış yukarıda olsa da hayatın acı tecrübeleri yüzünüze bazen öyle tokatlar
atar ki! Oturup yaptığınız gözlemlerin yanına
bir de yorumlar katmaya, hayatı inceden
sorgulamaya başlarsınız. En azından bende sistem bu şekilde işlemeye başlamıştı.
Yolculuk ile alakalı hatırladığım ilk anılar ilkokul dönemlerime aittir. Henüz
anası babası yeni boşanmış bir çocuk olan ben, evi okula yakın olmasına rağmen boşanmadan
önce okula servis ile giderken boşanmanın ardından dedemlerin apartmanına
taşınmış ve okula buradan gidip gelmeye başlamıştım. Yazımı okuyan yabancı
kökenli arkadaşlarımı tenzih ederek, gâvur ölüsü sırt çantam ile her sabah minibüse
binip okula gittiğimi belirtmek isterim. Sınıfımda okuyan arkadaşlarımın
yürüyerek geldiği okula, küçük bir çocuk
için uzun olacak bir mesafeden minibüs ile balık istifi gibi gelmek hayata karşı
bir isyanın fitilini ateşlemiş, pamuk kalpli olması gereken bir çocuğu isyana
teşvik etmişti. İsyan ettin de ne oldu
diyenleri duyar gibiyim. Bunu söyleyenler için hiçbir halt olmadığını belirtmek
isterim. Öyle ki hayatımın bir iki senesi okula yürüyerek gidip gelebildim. Onun
dışında hep uzak olabilecek yerlerde okudum. Hiç pişman değilim ama
üniversiteyi bile Eskişehir’de okuyarak isyanın kaderimde hiçbir halt değiştirmediğini
görmüş oldum…
devamı gelecek.... to be continued efenim...
Yorumlar
Yorum Gönder